26 Nisan 2012 Perşembe

ANKARA


Bu şehri görmeden duramam. Kalsam uzaklarda, Sevgiliye hasretiyle yanar durur yüreğim. Yürüyemesem bir gün Atatürk Bulvarı’nda, buluşma yerinin adı YKM olmasa, Yüksel Caddesi’ne yolum düşmese, değişen gençlikleri seyredemesem bankların yanlarındaki taştan heykellerle
Dost Kitapevine giremesem, ucuz filmleri, kitapları karıştıramasam, geçen saatlerin farkına varmadan akşamı bulsam ve  dışarı çıktığımda akşamın karanlığında şehrin ayazı yüzüme çarpmasa,
Duramam bu şehri görmeden
Çıkamasam Tunalı Hilmi Caddesine
Bir kez olsun oturup Kuğulu Parkta kâğıt helva yiyemesem, aldığım nefesi doldurup ciğerlerime Seğmenler Parkına yürüyemesem, orda gelmiş geçmiş aşkların izlerini süremesem
Ufka takıldığım bir noktada
Göremesem Atakule’yi, Kocatepe’yi, Anıtkabir’i ve dahi Ankara Kalesini
Bu şehri bir gün görmesem
Kalsam uzaklarda
Bir daha çıkrıkçılar yokuşundan kaleye gidemeyeceğimi bilsem
Gençlik parkında ilk heyecanlarımı hatırlayamasam
Gardan bir kez trene binip İstanbul’a gidemesem
Hamam önünde eski Ankara’nın izlerini yakalayamasam
Bahçeli 7. Caddede gençlerle yürüyemesem
Sevmesem bile alkolü, Sakarya Caddesinden geçerken anason kokusunu duymasam
Atatürk Orman Çiftliğinde köfte ekmek ya da bir kap dondurmasından yiyemesem
Yani bu şehri şehir yapan her şeyden uzakta olsam
Kimsem olmasa bile
Bir başıma da kalsam, düşsem sokaklarında elimden tutup kaldıranım olmasa da
Bu kenti görmeden duramam.
Özlerim belki başka kentleri
Tarihinden dolayı İstanbul’u
Rahatlığından Akdeniz’i
Doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım, gönül haneme insanlar alıp insanlar bıraktığım kentleri ne kadar özlersem özleyeyim
Ankara’yı bir gün görmeden duramam.



25 Nisan 2012 Çarşamba

BAHAR

çok uzak değil daha bir hafta önceydi, bahar gelecek mi diye hayıflandığım. oysa hafta sonuyla fırlayıverdi bahar dallardan, çiçeklerden, çimlerden, şenlendi tabiat, şenlendi kasvete bürünmüş kırklı yaşların demlerinde demlenen gönlüm, yüreğim. önce korkularımla minicik arabamla çıktım yola. sürdüm gittim denize ulaşana kadar. kesti yolumu izmit körfezi, bir solukluk, bir gece yatımı dinlendirdi havasında suyunda, yeşilinde baharında. aldı korkularımı yudum yudum eritti kaybetti havasında. yetmedi gönlümdeki telaşlara, körfezdeki yeşillik, denizden gelen esintiler, aldığı bahar soluğu tekrardan sürdü yollara beni minicik arabamla ve vardık erguvan ayında ki İstanbul'a. sulatanların aşkıyla çoğalan İstanbul. masalların davetiyle binlerce dünyaya dünyalık eden İstanbul, adım atacak, nefese alacak mekanlar kalmamış İstanbul. erguvanlarıyla lalesiyele baharıyla hala güzel, hala asil, hala soylu bir kadın. küçük bir kaçamak yetmez İstanbul'a duyulan özlemi dindirmeye ama kalıp yaşayamamakta ince ince kanatır yüreği. bir adım atımı ve geriye dönen adımlarımla yüreğim daha heyacanlı,kıştan arınmış, korkularından sıyrılmış ve evime huzurla dönüşüm. bahar evimde, ocağımda, gülüşüme kondu erguvan çiçekleri bu yıl, uzun sürsün düşlerimde ve sen hala beklenmektesin.

BABAM

Metroda ritmik bir ses. Şık şık şık… Sonra şak şak şak şak… hep aynı ritim. Önce yavaştan, sonra hızlanan bir tempo
Sağım solum, önüm arkam, nerden geliyor bu ses.
Uykuya geçen bebeğin emzik emmesi gibi. Yavaştan başlar, melek uykusunda huzurlu bir fısıltıyla, sonra ansızın hızlanır cork cork cork. Ve birden iniverir tekrardan fısıltı emişlere…
İşte yine hızlandı şak şak şak sonra dindi hiddeti döndü şık şık şık.
İşte orada, köşede, ne sağımda ne solumda, ne önümde ne arkamda..sol ön yanımda. Ne tuhaf tanımla mı?
Ama öyle gerçekten sol ön yanımda. Görebildiğim alanın ön ve sol yanımın kesiştiği noktada, oturuyor. Kelli felli bir adam. Elinde tespihine dikmiş gözlerini, kimseyi görmüyor, sadece sayıyor birer birer taneleri. Var olduğunu hatırlatıyor görenlere duyanlara. Farkında mı duyduğumun, gördüğümün. Başkaları var mı onu gören duyan..
Sese takıldım kaldım, dursa sustursa tespihin tanelerini. Kalkıp elinden tespihi alasım var. Kilitliyorum gözlerimi adamın yüzüne ama adam başını kaldırmadığı için göz göze gelemiyoruz. Kaldırsa başını gelsek göz göze anlayacak mı, çıkardığı seslerin içimde ki yarattığı depremleri.
Ses devam ediyor ben yolculuğa çıkıyorum. Babam geliyor aklıma. Çekilir kanepenin bir kenarına, sol yanına yatar pozisyonda durur ve siyah kehribar tespihini çeker usul usul. Fısıltı halinde döner her bir tanesi tespihin. Sinirli babam, öfkeli babam, tespihini çekerken gözleri uzaklarda, sessizliğin en koyusuna dalar gider. Tespihte sabırlı, hayatta sabırsız babam, tek tek sayar taneleri şefkatle, hoyratlıktan uzaklaşır nasır tutmuş parmaklarıyla.
Aynı ritim, aynı ses hala devam ediyor… Şık şık şık, sonra şak şak şak
Adama bakıyorum, babamı görüyorum, Özlüyor muyum?

20 Nisan 2012 Cuma

SENİ SENSİZ YAŞAMAK

ne kadar zaman oldu ? diye soruyorlar, ondokuz yıl diyorum, hımm çok olmuş diyorlar. çok olup olmadığını bana sormuyorlar. benim hissettiğim zamandan başka bir zaman dilimi onların hissettikleri. bana göre ise bir rüya kadar uzaktasın ve dün kaybettim seni , sizi. seninle senin yaptığın ve ilk kez yaptığımız bir olayı ben kendi başıma yaptıkça sana soruyorum, oldu mu diye. senden gelen bir cevap yok ama benim her soruda yüreğime bir şeyler oluyor, gözlerime yaşlar yürüyor, sonra biraz biraz ufalanıyorum, biraz daha eksiliyorum. 
can sevgili, tek sevgili, yarın ilk kez kendi başıma şehirlerarası araba kullanacağım.korkuyorum, ölesiye korkuyorum ama benim naz yapacak bir senim yok ki, bunu yapmak zorundayım.
sen olsaydın ne derdin. yapma derdin ama bilirdin yapacağımı ve kolaylaştırmak için her türlü yolu açardın. 
gerçekten çok zaman mı oldu? başka bir sen mi olmalıydı? yanlış mı hissettiğim? ben bilmiyorum ve sadece bildiğimi yaşıyorum. sevgili, can sevgili, tek sevgili, unutulmayı, yerine bir başka sen konulmayacak kadar özel ve güzel sevgili, buradayım ve burada olduğum sürecede sen varmışsın gibi seni yanımda hissederek güçlü duracağım........
seni sensiz yaşamak bile çok özel...............

ROMANIMDAN ALINTI


SEBAHAT TEMELLİ KARA

İKİ GİTTİ
BİR KALDI

ROMAN 





............................."""Güneş dağların ardına gidiyordu. Gün geceyle yer değişiyor, giderken bir iz bırakmak için kızıla boyuyordu maviliği. Güneş terk ederken zamanı, dağları alev alev yakıyor, hayat durmuyordu. Ne iz, ne yangınlar kalıcıydı her akşam gece ile gün yer değişirken. Günün boyadığını silecekti gece ve karanlığıyla sarmalayacak göğsünde uyutacaktı bütün telaşları.
Zeynep bir sigara yakmak istedi. Gün batımında bir keyif sigarası… Dalamasa da maviliğe, uçamasa da gökyüzünün boşluğuna, sadece hayaline bir duman üflemek keyif verecekti. Beğendiği bir erkeğe çapkınca bir göz kırpması ya da hiç kıramadığı okulu bir gün kırmak gibi… İşte o sigarayı bile yakamıyordu, çünkü son zamanlarda çok öksürüyordu. Derinliğine yaşayamıyordu. Her şey kontrollü, her şey olması gerektiği gibi… Ağır ağır kalktı yerinden Zeynep, yine bir misafir hayatın içine girmek için. “Kapımız her daim açık sana” demişti en son abisi. Babasının gittiği günün üçüncü günüydü ve Zeynep’in bundan yaralandığının farkında olmadan. Oysa bu gerçek karşısında acı çekmişti. Misafir olarak kapılar açıktı ve kendi kapısı hiç açılamıyordu kimseye misafirliğe. Çünkü o tekti ve tek insanın evi yuva sayılmıyordu. O beklenirdi hep. Giden gelen o olmalıydı. Ona gidilip gelinmezdi. Artık babası yoktu ve benim ocağım diyebileceği o ev de kapanıyordu. ""......................

19 Nisan 2012 Perşembe

DÜŞÜNME

yarın basit yaşayacağım, tek derdim pişireceğim kurabiyenin fırında dağılıp dağılmayacağı, böreğin altının pişip pişmediği olacak. daraltacağım düşüncelerimi, olanla konuşacağım. sıradanlaşacak, kuruntuya kapılacağım. hayatıma gelenler kadar olacağım, ne bir eksik ne bir fazla, hatta öyle eksilteceğim ki kendimi, kendim bile akıl verir olacağım. onlar ne söylerse ben ilk kez duyuyormuş gibi davranıp aşağıdan bakacağım. unutacağım yarın kendimi, kendimden sıyrılıp yeni bir benle başlayacağım güne....... iyi geceler BEN

ÇİKOLATA

Bugünlerde hapsettim kendimi evime, sığınağıma ve bıraktım bütün kaygılarımı dışarıda. Kalınca kendimle bir başıma  ve yalnızlığın dibine dibine vurunca kaptırdım çikolatanın büyülü dünyasına. Mutlu olmak için sürekli çikolata yiyorum. Önce kokusu başlıyor yüzüme tebessümü işlemeye, sonra ilk ısırıkta yayılıyor sıcacık bir mutluluk damağımdan dimağıma... Her şey siliniyor belleğimden. Sıcak , huzurlu, umut dolu bir hazzın kucağına düşüyorum. ne insansızlığım kalıyor, ne yalnızlığıun dip köşeleri... işte yaşamın anlamı, işte hazzın en doruk noktası, işte mutluluk ...
Hala bir parça çikolata beni mutlu edebiliyor. Zaten kocaman kocaman hayallerim, beklentilerim, güneşe sahip olmayı isteyen hırslarım olup yanmadım ki. Küçük şeylerde kocaman mutluluklar yakaladım. Kimileri sahipsiz kaldı, kimisi gidenlerle gitti, kimisi gelenlerle değersizleşti ama çikolatanın hazına kimse dokunamadı.
Bugünlerde en büyük hayalim bir kutu dolusu çikolata hediye almak...

KAÇ KİŞİYİM

ben kaç kişiyim ..... sen kaç kişisin deme tekim, birim tek olsan bir olsan sevmezdin beni ..... olduğum gibi sevmezdin öfkemde, sabrım da, ...