26 Mart 2013 Salı

METRODA SEYİR


Yaş ellinin üstünde belki 60 ayaklarda siyah terlik ve mor çorap, sarıya çalan çiçekli uzun basmadan eteği, kahverengi bir kazak. Beyaz yelek, yeşil-beyaz yazması, memeler göbeğiyle bitişmiş, eller göbeğin altına destek. Yanındaki adamla hararetli hararetli konuşuyor. İsyan var bakışında sözlerinin çınlayan yankısında ve belki de yılların dinlenilmemişliği ile yanındaki erkeğe kendini tasdik ettirmek istiyor.
Erkek kadından daha yaşlı, siyah ayakkabısı, gri çizgili-siyah pantolon, mavi çizgili beyaz gömlek, donuk yeşil ceketi, kocaman kırmızı burnu, sigaradan sararmış bıyığı ve çatallaşmış sesiyle kadına boyun eğiyor. Her sözünü onaylıyor. Kral şimdi oydu erkek ise tebaa
Erkeğin gençliğindeki krallığı çoktan gitmiş, teslim olmuş, bir zamanlar varlığından bile emin olmadığı kadına, şimdi baş tacı eylemiş. 
Tren yol aldıkça konuşmaktan yoruldu kadın. Sürdü kendini sessizliğin içine, gözlerini bir noktaya kilitleyip dondurdu bakışlarını. Kraliçe olmadan kral oldum sayıyordu ya aslında o da biliyordu, yeni kimliği kocaya bakıcı.
Erkek bıraktı gözlerini uykuya, çenesi düştü göğsüne, ufak mırıltılar çıkararak.
 Gençliğinde sergileyecek gücünün odağıyla açılan bacakları, şimdi gücünün kaybını gizlemeye çalışan mahcubiyetiyle bitiştirdi bacakları ve elleri kucağında perde diye bırakılmış.
Kadın gençliğinde bir elması, zümrüdü saklarcasına bitiştirdiği bacaklarını şimdilerde erkeğin gençliğinde yaptığı gibi açmış iki yana, saklayacak , sakınacak bir şeyi kalmamış

gecenin birinde, bir hastane odası


Saat gecenin 04.00 ü ve ben çok yorgun, uykusuzum. Annemin ağrıları nihayet dindi ve uykuya geçti. Alışkınım evde de geç uyumaya ama şimdi uyku basıyor. Dün gecenin yorgunluğu etkili olmalı bunda. Seyrettiğim filmin romantizmiyle yazmaya çalıştığım hikâyeye iki sayfa daha ekledim. Sonra bir sigara yakmak ve kahve içmek için 9 kat inip dışarıdaki tek açık kafeteryaya geldim. Soğuk çarptı bağrıma. Kahvemi aldım, birde sigara. Dışarısı sakin. Gündüzün hengâmesi kalmamış. Ne kadar uzun zaman olmuş hastanede vakit geçirmeyeli. Eski nöbet tuttuğum günler geliyor aklıma ve birde uyumak için boş sandalye aradığım günlerim. Daha genç daha heyecanlı. Gün ışığıyla yeni güne doğduğum günler. Daha umutlu, hayata dair. Ya şimdi hayatın neresindeyim. Annem beni görünce ağladı. İyi ki gelmişim. Bana ne kadar gelme dese de, içinde bir yanı meğerse beklermiş ve onun ameliyattan çıkacağı anı beklemek ne zordu. Alışkın değilmişim. Ameliyatta olmak birilerini beklediğini bilmek gibi değilmiş. Şimdi kahvemin son yudumunu alıp annemin yanında ki sandalyede kestireceğim

Saat sabahın 06.00’sı karnım çok aç. Sandalyede 5–10 dakikalık uyku, üşüdüm, uyuyamadım. Anacığım yanında yer açıyor. Kıyamıyor benim sandalyede uyumaya çalışmama. Hastane havasından olmalı. 14 yaşından itibaren o havayı solumak, asıl yaşam alanımmış gibi, bu saatte açlığımı hissettim. Oysa yaklaşık 9 yıl oldu ayrılalı, hastane ortamından ama hiçte özlememiştim.

07.15 kahvaltı da zeytin, kaşar peyniri, bir paket reçel, bir paket tereyağı. Eskilerdeki gibi su bardağında değil, kâğıt bardaklarda çay. Hem personel yerinde değil, hasta refakatçileri yerinde yapılan kahvaltı. Hani hiç dikkat etmediğin hasta yakınlarındanım şimdi. Güneş yükseliyor ve gözlerime doluyor. Nasılda rahatım, yuvamda gibi. Hiç ayrılmamalı mıydım acaba çalışma ortamından. Oysa gün gelince mutlaka ayrılacaktım. Aklımda ne çok şey var düşünecek. Oysa ben ne çok yorgunum. Yeni bir öğretiye gücüm var mı? Susmalıyım. Önce bir çay daha isteyeyim. Hem annem bekler aşağıda. Ağabeyimde gelir birazdan. Önce doktoru beklemeli. Bilgileri almalı, anacağımın kan sonucunda ne çıkacak. İşte ben böyleyim. Kendime dair düşüncelerimi yoluna koyamadan, başkalarının hayatını kolaylaştırmaya çalışırım ve ne istiyorum, gücümü tüketmeyecek, bir güç varlığını hissettirecek, yanımda. 29.03.2007 Adana Başkent Hastanesi

KAÇ KİŞİYİM

ben kaç kişiyim ..... sen kaç kişisin deme tekim, birim tek olsan bir olsan sevmezdin beni ..... olduğum gibi sevmezdin öfkemde, sabrım da, ...