25 Ağustos 2012 Cumartesi

SUÇLU BEN DEĞİLİM

Güneşli bir havada çardakların altında gölgelere çekildiğimiz ve oksijeni doyasıya çekmeye çalıştığımız halka açık dinlenme alanında oyunlarına sınır konulmayan sınırsız bir özgürlükte koşuyor iki yaşlarında bir oğlan çocuğu. Yüzündeki mutlulukta kaybolabilirsiniz. Maviye çalan yeşil gözlerinde doğuyor güneş, ellerinden açıyor tüm çiçekler. Nereye nasıl bastığının önemi yok, her yere dokunabilir, korkmadan, korkutulmadan çiğneyebilir çimenleri. Masadan başlıyor çarpık çurpuk basarak özgürlüğüne adım atmaya. Koşuyor, gülüyor, küçücük bedeninden kocaman kahkahalar çıkararak sonra en başa dönüyor ve sığınıyor anne kucağına.  Orda duruşu üç beş saniye yeniden sıyrılıp anne eliyle yere ve yeniden yenden başlıyor koşmaya, geri dönüyor ve masanın en tehlikeli, sivri köşesinden tutup yükseliyor masaya doğru. Anne korkarak elini uzatıyor, daha dokunamadan çenesini vuruyor masanın en sivri köşesine, maviye çalan yeşil gözlerden bir anda yağmur boşalıyor, kahkahayla çınlayan sesi ağlamayla acıya dönüyor. Masanın karşısında oturan baba sesleniyor “ah et oğlum ah " Suçlu masanın köşesi. Oğlunun canını acıtan, neşesini, özgürlüğünü bölen cansız, insanın bıraktığı yerde hizmet için duran masa suçlu. Oğlan çocuğu, anne- baba değil masa suçlu. İşte o an anlıyorum neden hep karşıdaki suçludur. Neden hiç kimse kendini suçlamaz.  Çocuk masanın en sivri köşesinden tutar yükselir, çarpar canı acır masa suçlu. Koşar, düşer, yere kapaklanır dizi acır, kanar, yer suçlu.

Çocukken öğreniyormuş insanoğlu her daim suçsuz olduğunu…
Aldatılırız, terk ediliriz, karşı suçlu
Terfi edemeyiz, üstler suçlu
sınavı kazanamayız, soru hazırlayıcılar, kuralları belirleyenler suçlu
işe geç kalırız, gelmeyen otobüs şoförü suçlu
toplu taşım aracına son yolcu sıkışmaya çalışırız, yolcu alan şoför suçlu , eğer ki bizi almayıp yolda bırakmışsa yine şoför suçlu
faturları ödeme son gününe bekleriz, kuyruk oluşur ödemeyi alan kişi yavaştır ve tümden suçlu
Yollar pis, belediye suçlu
Konu komşu selam vermez, onlar suçlu
Hız sınırını aşarız “canım bu yolda da bu hızla gidilmez “ , sınır koyucular suçlu
Ölümler, yaralanmalar, kader suçlu
Kanun koyucuları seçen biz değil, seçilenler suçlu
Biz sütten çıkma ak kaşık
Masaya, çarpan, yere düşen çocukluk suçlu değil. Hayatımızdaki insanları hep cepte varsaydığımızdan onları hırpalayıp kaybeden biz suçlu değiliz. Yollara, piknik alanlarına, toplu yaşam alanlarına çöp atan biz suçlu değiliz. Hız sınırına uymayan, kazalara sebebiyet veren, ölümlere davetiye çıkaran, konuya komşuya günaydın demeyen, kendimizi dünyanın merkezi sayıp herkese tepeden bakıp “onlar beni görsün “ diyen biz suçlu değiliz. Üstümüze düşen görevlere değil, karşıdakilerin görevlerini yapıp yapmadıklarına odaklanan biz suçlu değiliz.
“Ahh et oğlum ahhh et “

19 Ağustos 2012 Pazar

BAYRAM BENİM NEYİME...

Bugün Bayram... Herkesin birbiriyle kucaklaştığı, selamlaştığı, küskünlerin barıştığı, barıştırıldığı, büyüklerin ziyaret edildiği bir gün. Peki öyle mı? yoksa bizim kendi kendimize anlamlar yüklediğimiz bir gün mü? Ya da öyle de, bayram beni ve cevremi mı terk etti? Neden küstüklerim var, bana küsenler, yıllardır kemikleşmiş kırgınlıklarım... İste bu sabah Bayram gelmiş neyime modunda attım kendimi dışarılara. İçim dışımda, dişim içime dönmüş. Bedenimde her şey yolunu şaşırmış. Kahvaltıyı dışarıda yapayım dedim ama Bayram sabahı her yer kapalıymış. Eh doğru ya Bayram herkese... Her şey senin etrafında dönmez. Bunca yaşa ve yaşanılmış bayram sabahlarına rağmen yeni öğrenmiş olmakta şaşırtıcı oldu. Buldum bir yer , kahvaltı yapmaya ama keşke bulamasaydım da evimin yanındaki bildiğim fırına mecbur kalsaydım... Bayat yumurta, patates ve mide ağrıtıcı bir çay. İçim dışıma dar, dışım içimde olmaya razı değil. Yeniden sürdüm arabayı, yollara. Ne arıyorum, neyi arıyorum? Gelen Bayram mesajlarına kızıyorum. Herkesten biri olmak, otomatik mesajlarla anılmaya isyanım. Bulutlar güneşe bir yol veriyor, o da hemen saltanatı eline geçirip yakıyor tenimi. Bir hapsediyor ve serinlikte dinlendiriyor az önce güneşin yaktığı doğayı.  Su dinlendirir çalkantılı ruhumu...deyip vardım suyun basına . "Bekleme sen ara sesini duymak istediklerini" dedim ve park edip arabamı başladım hayatıma ufacık dokunuşlarla renklendiren insanlarımı aramaya. Hala gelen bayram mesajlarına kızıyorum karşıt mesajlarımla. Sonra güvenlik görevlisi gelip beni süzüyor. Ne düşünüyor ki? Tek basına bir kadın, bunca sımsıkı kapalı kadınların olduğu bir zamanda basını bırak kolları çıplak bir kadın... hem de bayram bayram, Evinde torunlarıyla olması gereken bir yaşta bir başına, otomobilin içinde habire telefonla konuşuyor.... Attım arabadan kendimi dışarı, güvenlik görevlisinin görebildiği alanların dışına çıkıp üzerimdeki gözlerinden kurtularak.  içimi havalandırmaya yürüdüm gölün kenarına ve derin derin nefeslendim suya değen rüzgarın getirdiği oksijenle.   Göl sakin, rüzgar sakin, göldeki ördekler, karabataklar sakin. Yürüdüm durdum, sağıma soluma bakındım, oturdum gölgenin en koyusunda ki bir banka, başladım yeniden insanlarımla konuşmaya. Aradıklarımdan kimi mutlu oldu, kimi sıradan aldı selamımı, sonra emmi kızı- oğlu aradı. Bir ben bayramın kalabalığından yalnızlığa bırakılmış sayarken kendini dışarı atan onlarca insan vardı kafelerde banklarda. Kimi çocuğuyla kimi eşi- sevgilisi. Hatta piknik yapanlar. "bayram benim neyime, ben tatilde ailemle doğanın kucağında mangalın keyfine varırım" Demek ki Bayram bir tek bizi terk etmemiş. Hala midem ağrıyor. Sırtımı ufak ufak ısıtıyor buluttan kaçabildiği anlarda  Güneş. Yan banka saçı sakalı ağarmış biri oturdu. Gazete okuyup arka arkaya sigara yakıyor.. İnanılmaz kötü geliyor koku. Bıraktım ya sigarayı yaklaşık 10 ay önce... Bir çift geçiyor önümden, demlenmiş yaşları ama gönülleri liseli. Adam ellisinden fazla, kadın kırkın üzeri. Adam az kalmış beyaz saçlarına uyumlu beyaz kot pantolon, kol uçları mavi geri kalanı beyaz tişörtü, ayağında kahverengi ayakkabılar, tutmuş kadınının elinden. Kadın salmış koyu kahve saclarını omuzuna, giymiş adamına uygun kıyafetlerini. Mavi şık bir bluz, uçuş uçuş ve beyaz kot pantolon, kahverengi ama topuklu ayakkabıları. Onlar yürüdü gitti el ele çoktan, ben onları yazıyorum hala.... Kıskanıyor muyum? Geçip giderken seyredilen mı, yoksa seyredenlerden mı olmayı istiyorum? Hem geçip gidenlerden olup hem farkına varanlardan olamaz mıyım? Onca kişiyi arıyorum ve onlarca kişi arıyor beni ama tamamlanmıyor içimde ki boşluk ve tatmin olmuyor, arayışlardan yorgun ruhum. Beklediğim başka bir şey olmalı? Varacağım bir yer, bulacağım madenlerim olmalı. Beyaz bir kota, bir bluza hapsolmak değil düşlediklerim. İste yine geçiyor çiftler, yine el ele ama bir bütün değiller . aynı ufka birlikte bakamıyorlar. Serin esen rüzgar, arada yakan güneş, sigara kokusu, yanımdan geçip giden ayak sesleri... Dön kalbim kendi evine, sığınağına ve tak maskelerini, başla oynamaya rollerini. kabullen herkes gibi sana verilen bütün kimlikleri... törpüle bütün köşelerini ve olmayan hayallerini unutup yeni ve varılabilir hayallere.... 

KAÇ KİŞİYİM

ben kaç kişiyim ..... sen kaç kişisin deme tekim, birim tek olsan bir olsan sevmezdin beni ..... olduğum gibi sevmezdin öfkemde, sabrım da, ...