5 Aralık 2012 Çarşamba

BEN


elimde ne kaldı, ceplerime neler biriktirdim
sesimi duyan var mı
ben ben miyim, kendimde olan, yoksa senin gölgelerin miyim
ilk ben kimdim
şimdi ne yöne dönecem
sen mi, ben mi
iyi de ben kimim
sıyırıp etimden, kemiğimden, ruhumdan seni, geriye ben kalır mıyım, yoksa çoktan ben benden sıyrılıp gittim, sen olarak mı yaşadım
kim karar verecek denemeye
ve aramaya beni
ya yığılıp kalırsam boşalmış çuval misali
denemek mi, geldiği gibi gitmek mi?

9 Kasım 2012 Cuma

SONBAHAR SONUNCU BAHAR

yüreğim son kez atıyor sende, sende neşeleniyor gönlüm, bir kez daha sendeyim, aşığım ve savruluyorum her yaprağında, tutunuyorum dallarına el diye... ellerim ıslanıyor, gözlerim ıslanıyor, saçlarım ıslanıyor ama yüreğim ... sen sonbahar. o bahar, sen sararmış yaprak. o papatya, nergis, hüsnüyusuf, o çiçek çiçek bahar...
ah sonbahar sonucu baharım, hazanım, hüznüm, doğmamış kız çocuğumun adı sonbahar, her yağmur damlasında yıkanıyor bir kez daha sokağın, bağın bahçen, çatıların, kuşların, insanın, üşüyen sokak kedilerin
yıkanıyor içime çöreklenmiş umutsuzluklarım
nasıl da nazlı nazlı son dansıyla düşüyor yaprağın, son vedasında bir iz bir his bırakıyor. telaşsız, kaygısız ve sensizliğe melankoli değil, sende görevi tamamlamış olmanın huzuruyla ve yeni bir tene kavuşurcasına buluşuyor toprakla. sona varış gibi değil yeni bir başlangıca uzanırcasına, huzurlu uykuya gider gibi...
hoyratlaşmasa yağmur, telaşlanmaz yapraklarının gidişi, savrulmaz ordan oraya. yağmur bu belli mi sağı solu, bazan gelgeç bazan çisil çisil bazan ise deli dolu... onuda rüzgar mı yönlendirir. usul usul öperken yanağından bazan ise poyraza dönüp her yeri birbirine katan. işte sonbahar sende herşey, tüm bir hayatın özeti...
neşede, hüzünde, çalkantıda, düşmelerde, kalkmalarda... üşümeler de var sende , güneşin tadı da... işte bu yılda yine ben varım sende, seneye varır mıyım sana, sen bana nerede gelirsin... bu kentte mi buluşuruz, başka gök kubeler altında bilemem ama işte bu yıl sendeyim, kışa daha var, doyasıya soluyorum seni...
.

19 Eylül 2012 Çarşamba

DÖNÜŞÜM



Memleketim

Köyüm

Baba ocağım...

Kaçtığım çocukluğum...

Yabancı artık kurduğum hayatlarım

Dökülüyor aynaların sırları.

Kaçtığım memleketim

Çocukluğum

Reddettiğim köylü yanım

Şimdi sana dönüyor ruhum yüreğim...

 

Ben güne bakan

Sen güneş

Kök salamadığım toprağım

Yeşeremediğim asfaltlardan 

Sana geliyor dallarım.

Sende doğan hayallerim

Yine sana dönüyor, hiç kullanılmamış hiç eskimemiş.

Sende kök salmak isteyen ben

Onlarca hayal kırıklıklarım

Kurduğum sırça köşklerimle sana gelmek istiyorum.



Tersine döner mi yaşadıklarım,

Doğduğum ana kadar.

İşte şimdi, şu anda 

Hesaplaşma günü

Affetme günü

Kabullenme günü.

Memleketim

Köyüm

Baba ocağım

Var olduğum

Bir olduğum 

Tek olduğum

Önemli saydığım

Önemsendiğim toprağım.

Kapatma yollarını, kapılarını

Bacalarından tüten dumanlarını.

Reddettiğim her şey affet beni

Denize ulaşmak isteyen ben kara çocuğunu

Kerpiç damlardan, tezek kokularından çıkmış beni 

Gökdelenlere ulaşacağını sanan hayalci başrol oyuncusu

beni affet...

11 Eylül 2012 Salı

söyleyemediklerim


Söyleyemediklerim var, 
hep içimde biriktirdiklerim...

Gelirse bir gün zamanı
ve gözlere aksi düşerse gözlerimin 
işte o güne hazırlık cümlelerim var...

Söyleyemediklerim var
ve söylemeyi ertelediklerim...

Ve söyleyeceklerim dilimin ucuna gelince,
söyleyeceklerim ya karşımda değillerdi ya da söylesem de duymadılar. 
Onlar hep içimde kaldı, 
hep yarına ertelenen...
Yaş ilerledi,
orta yaşa geldi...
Ve içimde...
Ta çocukluğumdan kalan ertelenmiş söyleyeceklerim. 
Şimdi onları söylerken kendimi aynada seyrediyorum ve o kadar sakil duruyor ki.
Ondandır keşke söyleyeceklerimi ertelemeseymişim
diyorum ki...
ŞİMDİ KONUŞ...

25 Ağustos 2012 Cumartesi

SUÇLU BEN DEĞİLİM

Güneşli bir havada çardakların altında gölgelere çekildiğimiz ve oksijeni doyasıya çekmeye çalıştığımız halka açık dinlenme alanında oyunlarına sınır konulmayan sınırsız bir özgürlükte koşuyor iki yaşlarında bir oğlan çocuğu. Yüzündeki mutlulukta kaybolabilirsiniz. Maviye çalan yeşil gözlerinde doğuyor güneş, ellerinden açıyor tüm çiçekler. Nereye nasıl bastığının önemi yok, her yere dokunabilir, korkmadan, korkutulmadan çiğneyebilir çimenleri. Masadan başlıyor çarpık çurpuk basarak özgürlüğüne adım atmaya. Koşuyor, gülüyor, küçücük bedeninden kocaman kahkahalar çıkararak sonra en başa dönüyor ve sığınıyor anne kucağına.  Orda duruşu üç beş saniye yeniden sıyrılıp anne eliyle yere ve yeniden yenden başlıyor koşmaya, geri dönüyor ve masanın en tehlikeli, sivri köşesinden tutup yükseliyor masaya doğru. Anne korkarak elini uzatıyor, daha dokunamadan çenesini vuruyor masanın en sivri köşesine, maviye çalan yeşil gözlerden bir anda yağmur boşalıyor, kahkahayla çınlayan sesi ağlamayla acıya dönüyor. Masanın karşısında oturan baba sesleniyor “ah et oğlum ah " Suçlu masanın köşesi. Oğlunun canını acıtan, neşesini, özgürlüğünü bölen cansız, insanın bıraktığı yerde hizmet için duran masa suçlu. Oğlan çocuğu, anne- baba değil masa suçlu. İşte o an anlıyorum neden hep karşıdaki suçludur. Neden hiç kimse kendini suçlamaz.  Çocuk masanın en sivri köşesinden tutar yükselir, çarpar canı acır masa suçlu. Koşar, düşer, yere kapaklanır dizi acır, kanar, yer suçlu.

Çocukken öğreniyormuş insanoğlu her daim suçsuz olduğunu…
Aldatılırız, terk ediliriz, karşı suçlu
Terfi edemeyiz, üstler suçlu
sınavı kazanamayız, soru hazırlayıcılar, kuralları belirleyenler suçlu
işe geç kalırız, gelmeyen otobüs şoförü suçlu
toplu taşım aracına son yolcu sıkışmaya çalışırız, yolcu alan şoför suçlu , eğer ki bizi almayıp yolda bırakmışsa yine şoför suçlu
faturları ödeme son gününe bekleriz, kuyruk oluşur ödemeyi alan kişi yavaştır ve tümden suçlu
Yollar pis, belediye suçlu
Konu komşu selam vermez, onlar suçlu
Hız sınırını aşarız “canım bu yolda da bu hızla gidilmez “ , sınır koyucular suçlu
Ölümler, yaralanmalar, kader suçlu
Kanun koyucuları seçen biz değil, seçilenler suçlu
Biz sütten çıkma ak kaşık
Masaya, çarpan, yere düşen çocukluk suçlu değil. Hayatımızdaki insanları hep cepte varsaydığımızdan onları hırpalayıp kaybeden biz suçlu değiliz. Yollara, piknik alanlarına, toplu yaşam alanlarına çöp atan biz suçlu değiliz. Hız sınırına uymayan, kazalara sebebiyet veren, ölümlere davetiye çıkaran, konuya komşuya günaydın demeyen, kendimizi dünyanın merkezi sayıp herkese tepeden bakıp “onlar beni görsün “ diyen biz suçlu değiliz. Üstümüze düşen görevlere değil, karşıdakilerin görevlerini yapıp yapmadıklarına odaklanan biz suçlu değiliz.
“Ahh et oğlum ahhh et “

19 Ağustos 2012 Pazar

BAYRAM BENİM NEYİME...

Bugün Bayram... Herkesin birbiriyle kucaklaştığı, selamlaştığı, küskünlerin barıştığı, barıştırıldığı, büyüklerin ziyaret edildiği bir gün. Peki öyle mı? yoksa bizim kendi kendimize anlamlar yüklediğimiz bir gün mü? Ya da öyle de, bayram beni ve cevremi mı terk etti? Neden küstüklerim var, bana küsenler, yıllardır kemikleşmiş kırgınlıklarım... İste bu sabah Bayram gelmiş neyime modunda attım kendimi dışarılara. İçim dışımda, dişim içime dönmüş. Bedenimde her şey yolunu şaşırmış. Kahvaltıyı dışarıda yapayım dedim ama Bayram sabahı her yer kapalıymış. Eh doğru ya Bayram herkese... Her şey senin etrafında dönmez. Bunca yaşa ve yaşanılmış bayram sabahlarına rağmen yeni öğrenmiş olmakta şaşırtıcı oldu. Buldum bir yer , kahvaltı yapmaya ama keşke bulamasaydım da evimin yanındaki bildiğim fırına mecbur kalsaydım... Bayat yumurta, patates ve mide ağrıtıcı bir çay. İçim dışıma dar, dışım içimde olmaya razı değil. Yeniden sürdüm arabayı, yollara. Ne arıyorum, neyi arıyorum? Gelen Bayram mesajlarına kızıyorum. Herkesten biri olmak, otomatik mesajlarla anılmaya isyanım. Bulutlar güneşe bir yol veriyor, o da hemen saltanatı eline geçirip yakıyor tenimi. Bir hapsediyor ve serinlikte dinlendiriyor az önce güneşin yaktığı doğayı.  Su dinlendirir çalkantılı ruhumu...deyip vardım suyun basına . "Bekleme sen ara sesini duymak istediklerini" dedim ve park edip arabamı başladım hayatıma ufacık dokunuşlarla renklendiren insanlarımı aramaya. Hala gelen bayram mesajlarına kızıyorum karşıt mesajlarımla. Sonra güvenlik görevlisi gelip beni süzüyor. Ne düşünüyor ki? Tek basına bir kadın, bunca sımsıkı kapalı kadınların olduğu bir zamanda basını bırak kolları çıplak bir kadın... hem de bayram bayram, Evinde torunlarıyla olması gereken bir yaşta bir başına, otomobilin içinde habire telefonla konuşuyor.... Attım arabadan kendimi dışarı, güvenlik görevlisinin görebildiği alanların dışına çıkıp üzerimdeki gözlerinden kurtularak.  içimi havalandırmaya yürüdüm gölün kenarına ve derin derin nefeslendim suya değen rüzgarın getirdiği oksijenle.   Göl sakin, rüzgar sakin, göldeki ördekler, karabataklar sakin. Yürüdüm durdum, sağıma soluma bakındım, oturdum gölgenin en koyusunda ki bir banka, başladım yeniden insanlarımla konuşmaya. Aradıklarımdan kimi mutlu oldu, kimi sıradan aldı selamımı, sonra emmi kızı- oğlu aradı. Bir ben bayramın kalabalığından yalnızlığa bırakılmış sayarken kendini dışarı atan onlarca insan vardı kafelerde banklarda. Kimi çocuğuyla kimi eşi- sevgilisi. Hatta piknik yapanlar. "bayram benim neyime, ben tatilde ailemle doğanın kucağında mangalın keyfine varırım" Demek ki Bayram bir tek bizi terk etmemiş. Hala midem ağrıyor. Sırtımı ufak ufak ısıtıyor buluttan kaçabildiği anlarda  Güneş. Yan banka saçı sakalı ağarmış biri oturdu. Gazete okuyup arka arkaya sigara yakıyor.. İnanılmaz kötü geliyor koku. Bıraktım ya sigarayı yaklaşık 10 ay önce... Bir çift geçiyor önümden, demlenmiş yaşları ama gönülleri liseli. Adam ellisinden fazla, kadın kırkın üzeri. Adam az kalmış beyaz saçlarına uyumlu beyaz kot pantolon, kol uçları mavi geri kalanı beyaz tişörtü, ayağında kahverengi ayakkabılar, tutmuş kadınının elinden. Kadın salmış koyu kahve saclarını omuzuna, giymiş adamına uygun kıyafetlerini. Mavi şık bir bluz, uçuş uçuş ve beyaz kot pantolon, kahverengi ama topuklu ayakkabıları. Onlar yürüdü gitti el ele çoktan, ben onları yazıyorum hala.... Kıskanıyor muyum? Geçip giderken seyredilen mı, yoksa seyredenlerden mı olmayı istiyorum? Hem geçip gidenlerden olup hem farkına varanlardan olamaz mıyım? Onca kişiyi arıyorum ve onlarca kişi arıyor beni ama tamamlanmıyor içimde ki boşluk ve tatmin olmuyor, arayışlardan yorgun ruhum. Beklediğim başka bir şey olmalı? Varacağım bir yer, bulacağım madenlerim olmalı. Beyaz bir kota, bir bluza hapsolmak değil düşlediklerim. İste yine geçiyor çiftler, yine el ele ama bir bütün değiller . aynı ufka birlikte bakamıyorlar. Serin esen rüzgar, arada yakan güneş, sigara kokusu, yanımdan geçip giden ayak sesleri... Dön kalbim kendi evine, sığınağına ve tak maskelerini, başla oynamaya rollerini. kabullen herkes gibi sana verilen bütün kimlikleri... törpüle bütün köşelerini ve olmayan hayallerini unutup yeni ve varılabilir hayallere.... 

9 Temmuz 2012 Pazartesi

SENİNLE

hangi şehirde olursam olayım, sen o şehirde yeniden doğuyorsun yüreğimde, boy verip çiçekleniyorsun, netsem neylesem, sende başlayıp sende bitiyor gecem günüm, senle başlıyor sokaklarım, sana çıkıyor tüm caddelerim, sana karışıyor nehirler ben, sen deniz, ben küçük balık, yem olmaya çoktan razı büyük balıklarına ,sende yanıyor gece ışıklarım, ay seninle parlıyor penceremde, sende sesleniyor tüm çocuklar, senle anne oluyorum, senle sevgili, en sevgili, sende kadın oluyorum... sende duruyorum, hep kırmızı ışık, hiç yeşil yanmıyor, geçip gidemiyorum, ana rahmine saklanan yüreğim avucunda ter tanesi.

SESSİZLİĞİM

Sessizliğin icinde sessizliğim.kimseyim, bir şey değilim.kalmadı sesim, nefesim,sözüm. ne elim var, tutmaya, el vermeye. 
acımıyor artık vicdanım. merhamet neydi unuttum, unutuldukca. Dualarda adım geçmez benim. yuregim atmiyor. kanamiyor hic bir yaram. İzleri kalmadi, dusen kabuklarin. ben sessizliğim sessizlikte kayboluyorum

19 Haziran 2012 Salı

SARI GÜL

ne zamandır sevmiyorum seni? seviyorum da , seni sevmeyi mi hatırlamıyorum ya da o kadar çok sevdim ki artık içimde yayıldı mı her bir hücreme ve artık dillendirmeye, yürekte aydınlatmaya gerek mi kalmadı? ama bu gün sevdiklerime en sevdiklerime gül alırken gördüm seni, hatırladım, utandım, sonra elime aldım, dokundum, sen masumane sarı gül, fark edilemeyen, fark edenlerin içine yumuşacık yayılan iddiasız sarı gül. işte yine elimdesin, yüreğimdesin ve sevdiklerime gidiyorsun benimle, biliyor musun ben onlara ilk kez gül götürüyorum ve biliyor musun onların bana en son verdikleri de sendin.
seni sevmeyi unutsam da ilk kez bir başıma yapacağım yolculukta yanımda sen olacaksın.....

16 Haziran 2012 Cumartesi

SÖYLE...

Unuttuklarımı söyle... 
Yolumu kaybediyorum, dönüşleri söyle
Karnımdan bicaklanmisim, kanım çekiliyor, duruşları söyle. 
Ödüm patlıyor yasamaya , unuttuklarımı soyle.....

7 Haziran 2012 Perşembe

HAYATIMA DEĞENLER


Hayatıma değenler
Gelip gidenler
Varsaydıklarım
Yok sayıp unutamadıklarım
Gerçekten unuttuklarım
Görmeden geçtiklerim
Görmeden geçenler
Şimdi neredesiniz?
Ben nerdeyim ve kaç kişi olmak için hayata ilk adımı atmıştım?  
Kendimi yavaşlamış hissederken kaç kişi kaldım?
Çok muyum az mı?
İsimleri telefon rehberimde kayıtlılar
Gönlümde kayıtlılar
Nüfusumda kayıtlılar
Bende mi?
Affetmeyip beynimde tuttuğum sizler sayesinde öldü,  seven, koruyan, kollayan beyin hücrelerim.
Sizler sayesinde heyacandan iki kat atan kalbim yavaşladı, dolaşmaz oldu her bir hücremde. Öyle tembelleşti ki, bazen akciğerime yıkanmaya gelmeye üşendi. Ve öyle kirlendi ki dokularım,  istediğim kadar çıkarsam da bedenimi havalandırmaya  güneşe, kurtulamadı tozundan dumanından.
Görünce sizleri yüzümde doğan güneş ve çağıl çağıl ırmakların bağrımda aktığı duygularım hepsi baharda dalında dona tutulmuş goncalar gibi kurudular birer birer oldukları yerde. Ne düştüler yerlere , ne canlanabildiler açan her  güneşte.
Sizler ki her hırçınlığımda susmayı becerip beni sevmekten vazgeçmeyenler, başımın tacı olanlar. Kaç kere arkamı dönüp gittim sizlerden ama yine sığınmaya size geldim ve sizler öyle değerlisiniz ki, korkuyorum artık, kaybetmekten ve sizler o kadar azsınız ki, belki bir, belki iki, bekli de hiç. Benim hayalimde yarattığımsınız.

İşte şimdi, şu yaşımda öğrendim her gelen ve her giden mutlak bir iz bıraktı hayatımda. 

Ya ben kaç kişide kaldım???

4 Haziran 2012 Pazartesi

Böğründe esen rüzgar benim.... 
Kapatma belini...... 
Sense bağrıma saplanmış hançersin..... 
Kimildama, 
kanıyor yüreğim ......

29 Mayıs 2012 Salı

SÖYLENMEMİŞ AŞK


Kadın yorgun, kadın şaşkın. Tanımadığı terkedilmişliğin içinde , evinden yüzlerce kilometre uzakta. Tanışmaya hazır bir şehirde, insanlar aynı. Çocukluğunda hep duyduğu ve farklı sandığı bu şehir hiçte yabancı değil, hatta gülümseyerek çok eski bir tanıdığı karşılar gibi kucak açıyor, gönülden insanları. Bahar gelmiş, şehir kirli. Bu kaçıncı şehri kısa sürede gördüğü, on beş  mi? Güneydoğudaki illere girişi geldi aklına. Önce çöpleri karşıladı kentin, böyle anlaşılıyordu şehrin yaklaştığı. Hep gülümsedi “ Evet burada yaşama başka türlü bakılıyor” Şehir anlayışı farklı. Terkedilmişlik hissiyle kendilerini çöpleriyle boğarak mı cezalandırıyorlar acaba. Kadında terkedilmişliğini sigarayı artırarak zarar veriyor kendine emanet bedenine. “ Bu şehir farklı.” Yüreğinden diline gelip sesiz kalmış sözcükleriyle. Hala eskilerin izleri yenilerin izlerini siliyor. Eski yaşıyor, yeniler onları parlatıyor. Geçmişin mozaiğinin içinden beyaz güller gülümsüyor. “ Ben hayatım sen gelip geçici” derken güzel, alımlı ve herkes tarafından beğenildiğinin farkındalığında ukala dikiyor gözlerini, geçmişin izlerinde omuzları çökmüş kadına. Kadın yutkunuyor “ Sende geçicisin ama bunun farkında değilsin. Oysa ben biliyorum. Ya sen her mevsim burada açtığında  mozaiklerdeki aşkları, kavgaları görmez misin?” Kadın dönüyor gözlerinde bulutlarla. Bir erkek süzülüyor ansızın bakışına. Önce mesafeli. Kadın mesafeyi daraltıyor. Hikayelere hikayeler katarak erkeği yanına çekiyor. İçinde fırtınalar, uzanabildiği yerde geçmişin çoktan geçmiş ama hiç bitmemiş güzelliği, gözlerini dikmiş beyaz güller. Erkek cebinden çıkarıyor bıçağını ve beyaz güle dokunuyor, gülün canı acımıyor kadın gülümsüyor, hüzünleri içerilere göndererek. Gül kadının eliyle buluşuyor ancak gözler kaçak. Anlatıyor erkek, kadın anlatımlarına hile katıyor. Belki de içindeki fırtınaları oraya bırakmak istiyor. Erkek kadının hüzünlü yanına dokunuyor, kadın irkiliyor. Fırtınalarıyla orda kalmak istiyor ama gitmeli zaman daralıyor. Arkaya gözlerini bırakıyor. Erkek sadece bakıyor. Kadın gidiyor, fırtınalarıyla, gözlerini uzak, yüzlerce kilometre uzaktaki o şehirde bırakarak. Erkek ne yaptı arkasından bilinmez, ancak kadın geçen yıllara rağmen hala orda bıraktığı fırtınalarıyla kalmış gözlerini düşünmekte, bir de sessizce süzülüveren esmer tenli erkeği.

GÜNEYDOĞUDA ÇOCUK


Haranda çocuklar gördüm
Akçakale de
Urfa da
Toprak gözlü çocuklar.
Yalın ayak
Gülüşler.
Umutlar gördüm
Yağmayan yağmura
Kuruyan toprağa
Az düşen öğünlere inat.
Ben yarım yamalak
Üstüm başım temiz
Karnım tok
Ayaklarımda ayakkabı
Bakışlarım donuk
Umutlarım yitik.
Oysa çocuklar gördüm
Pislik akan  yollarda oynayan Kızıltepe’de.
Çamurlu ayaklar gördüm
Top koşturan,
Kalesi iki taştan ibaret
Arabalardan arta kalan
Caddelerde.
Yarınlar gördüm
Bende karanlık
Onlarda bilinmezlik.
Midyat’ta çocuklar gördüm
El açan.
Mardin’de,
Urfa’da,
Halil rahmanda,
Ayn zılhada,
Göz bebeğine işleyen bakışlar gördüm.
Suskunluk gördüm,
Devleti bekleyen gördüm.
Toprak damlardan
Okula giden mavi önlüklü çocuklar gördüm.
Cıvıl cıvıl heyecanlı sesler gördüm.
Memeye sarılan bebeler gördüm,
Doktor kapısında,
Tıkış tıkış kadınlar arasında.
Sırtına bebesini bağlamış kadınlar gördüm,
Biri elinde,
Biri belinde,
Biri peşinde,
Kimi okulda,
Kimi boyacılık yapan .
Saklanan utangaç kızlar gördüm,
Şaşkın bakışlarında,
Sevdasını gözleriyle anlatan,
Susan dilleriyle.
Başka dillerde selamlar ,
Başka dinlerde ayinler gördüm ,
Başka dünyalarda gezdim,
Erdemler gördüm,
Kocaman sevgiler gördüm.
Haran’da,
Akçakale’de,
Urfa’da,
Midyat’ta,
Diyarbakır’da,
Çocuklar gördüm,
El açan.
Umutlar gördüm,
Çamurlu ayaklar,
Nasır tutmuş minicik eller gördüm.

Hasan Keyifte yalan dünyayı gördüm
Yıkılmış saraylar
Ovaya tepeden bakan geçmiş yaşamları
Yatağında cılızlaşmış Dicle’yi gördüm
Gökyüzünün altında
Yeryüzünün üstünde
Yaşam nehrinin akışında 
Bir damla bile olamayan bir beni gördüm



28 Mayıs 2012 Pazartesi

YANMAM GEREK


Önce dağılanları toplamlı
Önce eksilenlerin yerini doldurmalıydım
Önce sizin işlerinizi bitirmeli
Hayatıma müdahale edecek alan bırakmamalıydım
İşte o vakit dağılabilir
Acıyla kavrulabilirdim
Yıkılabilir
Yerlere serilebilir
Kendi gözyaşımda boğulabilirdim
İşte o vakit sizler üzülmeyecek ağlamayacak
Bana acıyan gözlerle bakmayacaktınız
Çünkü ben sizin benimle olan bütün ihtiyaçlarınızı tamamlamış
Hayatınızdan çekilmiş
Beni göremeyeceğiniz, duyamayacağınız yerlere gitmiş olacaktım
Benle alakalı bir duygunuz kalmamış olacaktı
Olmadı
Ne ben gidebildim yangınlarıma
Bilmediğim ülkelere
Dillere
Kaybolamadım kendi iç dünyamdaki yolculuklarda
Varamadım ateşin tam ortasına
Çünkü bitmedi benimle işiniz
Oysaki benim yanmam gerek
yanmazsam pişemem
pişmezsem de ne size ne kendime yaşama alanları bulamayacağım
önce yanmalıyım
sonra iyileşmeli
ve uyanmalı hayata 
ve geçen yılları sayabilmeli
oysaki ben orda kaldım 
orda gençliğimin ortasında
kaybımın tam başında, denklerime bekçilik ediyorum
beni özgür bırakmanızı bekleyerek 

25 Mayıs 2012 Cuma

MİDE AĞRIMSIN



Sen benim mide ağrımsın
Hiç geçmeyen gönül yaram
Sen vazgeçemediğim
Sen sıfır tolerans yasaklımsın
Sen benim alçaklığım
Değersizliğim, hiçliğimsin
Yok oluşumsun
Sen benim zayıflığım
Kapaklandığım yerdeki diz ağrım
Hiç dinmeyen sızım
Gurursuzluğum
Günahımsın
Sen sen
Söyleyemediklerim
Suskunluğum
Çile odamsın

KALBİNİ YANIMDA TAŞIYORUM

Kalbini yanımda taşıyorum ,
Seni kalbimde taşıyorum 
Ve hiç şüpem yokki nereye gidersem gidiyim ,
Sende benimle geliyorsun ,
Ve bi başıma yaptıgım herşeyi aslında, 
Sende benimle yapıyorsun ,
Kaderden korkmuyorum çünkü sen benim kaderimsin tatlım ,
Dünyayı istemem çünkü güzelim 
Benim dünyam sensin
Gerçegimsin ,
İşte kimsenin bilmedigi derin sırrım...
İşte köklerin kökü göklerin gögü
Ve hayat denen gökler ve gökler ,
Ruhun umabileceginden daha çok büyüyebilen 
Aklın saklayabileceginden ,
Bu yıldızları birbirinden ayrı tutan mucize,
Kalbini yanımda taşıyorum ve seni kalbimde taşıyorum 

16 Mayıs 2012 Çarşamba

GİDENİN KALANLARI

Giden gittiği yerden neyi var neyi yok derleyip toplasa da mutlak bir şey kalır geride. Günlerce arayıp bulamadığı küpesinin  ya da çorabının teki. Bir anda fırlayıp kaybolan parfümün kapağı, Çöpe atılan diş fırçası, aynada ki göz yaşı, odanın bir köşesinde söylenmiş bir söz, özenle hazırlanmış sofradaki yemeğin tadı. mumun ışığında sallanan nefes. edilen yeminler, yarına umut dualar. irise damlamış gözünün rengi, hapşırığı, çok yaşasını kalır.
Hiç bir şey kalmamış desen bile mutlak kokusu kalır. "sildim ondan ne kadar anı kaldıysa hepsini" desen bile, elindeki sıcaklığı kalır. bir göz dalımı aşk kalır, hiç hiç olmadı öfke kalır, kızgınlık kalır
yarım kalmış hayaller kalır.
"gitti kurtuldum" dersin ama sen kalırsın umudun bir yarısı, hikayenin başlangıcı, biraz daha eksilmiştir sende sen ve eksilen taraf gidenle gitmiştir. işte orada giden tarafından bir nabız atımı kalır..
gitmek bitmek, silinmek demek değildir. İzler sürülse de üzerinden, yüzlerce ayak, el geçse de, binlerce göz göz yaşı akıtsa da , onlarca kalp atışı çarpsa da, gidenden bir söz, bir gülüş, bir dokunuş, yüzlerce notadan bir nota mutlak kalır.
giden gidince, yok olmaz uğradığı yerlerde, mutlak bir izi , bir sözü, sözünün yankısı , kokusu, nefesi kalır.... 

13 Mayıs 2012 Pazar

ANNE OLMAK

Siz hiç çocuğunuzdan bahsetmekten korktunuz mü? Ulu orta ona özleminizi söylemek isterken sustunuz mü? "Çocuğum" diye söze başladığınızda değişen suratlara bakıp kendinizi suçlu hissettiniz mı? çocuğunu öpen birini gördüğünüzde yüzünüzü başka tarafa çevirdiniz mi? Siz hiç anne olumamışsanız gibi unutulup yok sayıldınız mı? Ben her anneler gunünde bunları yasadım. Şimdi bunları yazdım ya paylaştıktan sonra sizleri üzdüm diye yine suçlu hissedecek yine uzulup pişman olacağım.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

yüreğim beni terkediyor

her bu seferde bir daha sevmeyeceğim derken, bir gülüş, bir duruş bir söz unutturdu verdiğim sözleri ve ben yeniden sevmeler için yollara düştüm, ne kalmışsa ceplerimde onları katık ettim, yarı aç yarı tok, bu seferlere başladım bir kez daha, sanma dostum yüreğime kor düştü, ayaklarım yerden kesildi ve sevdaya dair ne kadar sözüm varsa toplayıp yola çıktım, sanma, benim ki bir müziğin dalgasına kapılıp yelkensiz hayal denizine dümen kırmak

7 Mayıs 2012 Pazartesi

AY DEĞERKEN PENCEREME



Bir gece daha ve ay yine penceremde gamsız, kedersiz.... Sessiz bekler durur görülmeyi, ne aylanmaya çıkar insanoğlu ne doğmadı diye kararır ici. O güneşten arta kalan zamanlara ve sevgilere razı....


3 Mayıs 2012 Perşembe

sevmenin ilk hecesi


Arefe günü telaşındayım,

Daha yolun başında

Sevmenin ilk hecesindeyim

..........................

Bayramı bilmeyen ne anlar arefeden


ORADAYDI...




“Annene iyi bak ben buradayım” diyordu, içten, yumuşak, orda olduğunu, yanındaymış gibi, bir el uzağında olduğunu hissettirmeye çalışarak. 
Karşıdaki için sadece ordadır yani uyandığında salonda ya da banyoda olmayacak kadar uzaktadır. Ordadır bir ses uzaklığında ama önce aramalı yardım istemeli. Ona ihtiyacını göremeyecek kadar uzakta. Oysa orda olduğunun yetmediği anlar gelir. Zaman hançer gibi saplanıp kanırta kanırta parçalar önce ellerini. Çünkü ilk el özler sonra bağrından içeri süzülür sinsice, engel olamazsın.  Ordadır, sadece orda, çağıracağın yerde. Olsun, ya olmasaydı, yanında değildir ama ağlayacağı bir ses vardır. Bazen o kadar daralır ki insan. Elin uzanır telefona birine ağlamak, çocukça sığınmak istersin ama olmazsa, kendine ağlarsın. Duvarlara bakarsın yalnızlığını, ağlarken elini tutacak birinin bile olmadığını yüzüne vurur. Yanında biri yoktur ama varsa orda ki, birazda olsa içine oturan kara bulutlardan bir güneş zorlada olsa ışınlarını yüreğine sunar. O küçücük ısı bile bir enerji yumağıyla, dik tutar hayata karşı. Ya olmasaydı orda ki, işte o vakit kendi kendini şarj eden aletler gibi olacaktı. Her sabah elinden tutacak, her gece iyi geceler dileyeni kendi olacaktı. Hem ana hem çocuk. Yorulacaktı, kendine yetmeye çalışırken tükenecekti, önce yüreği, sonra bedeni. Ondandır yanındaki yoksa oradaki olmalı. Orda olduğunu bildiğin. Hiç aramasan, sormasan, sen istemeden yanına gelemeyen olsa da, çok darda kaldığında birinin ona sığınacak liman olmayı istediğini bilmek güzeldir.
Peki, hep orda ki düşünülürde ya orda ki kişinin yanında biri var mıdır? Yada onun sığınacağı bir başka orda ki. Hep güçlü biri beklenir, gelen güçlü ne bekler? Birinin orda ki olmak, ona sığınacak bir omuz olmak isterken, yanındaki, kendi dünyası, sorumlulukları. Yorulmaz mı? Sığınacak bir ana dizi aramaz mı? Uzanıp ana kucağına, korkmadan utanmadan ağlamak istemez mi? Güçlü olmak kolay mı? Güçlü olmak, sığınak olma, omuz olmak, en önemlisi, hem yanındaki, hem orda ki olmak kolay mı? Sıyrılıp bütün yüklerinden, bir ben olarak, hiç bilmediği, beklentilerin olmayacağı yerlere bir Pazar sabahı çıkıp gitmek ister mi? “biri bekliyor” diye düşünmeden saatlerce denize dalıp, sadece zamanı öldürmeyi ister mi? Orda ki hep kaya gibi, ana gibi, sevgili gibi, dost gibi, ipek çarşaflar gibi, askeri emir gibi sert ve kararlı olmalı. Hem şiir gibi yoksunlukları anlatan, hem hikâye kadar gerçekçi, nedeni sonucu olan.

 

ACEMİ BİR HİKAYE



Elleri birbirine karışıyor, yüzü al al, heyecan bulutu oturmuştu gözlerine. İş arkadaşlarının heyecanını görmelerini istemiyor ama eline aldığı her şey ya düşüyor ya da döküyordu. Masa arkadaşı;
—Hayrola ne iş, aşık mısın?
 Sesinde ince bir alaycılık yüzünde ise “yakaladım” dercesine hınzır bir gülümseme vardı.
Ona “yoo ne alaka sadece acelem var ve işi bitirmeye çalışıyorum.” 
Arkadaşı “tamam öyle olsun ” diyerek işine döndü ama biliyordu, bir heyecan içindeydi, her zamanki gördüğü arkadaşı değildi, telaşlıydı.
Gözü bir an için saate takıldı, vakit iyice daralmıştı ve işlerde aksi gibi arka arkaya geliyordu. Bir sigara yakmak ve biraz durmak istedi ama vakti yoktu.
Sonunda işini bitirdi, çantasına uzandığı sırada müdüründen izin almadığını hatırladı. Hızla odadan çıktı ve müdürün odasına daldı, yüzündeki heyecanı görmesinden korkarak “biraz erken çıkabilir miyim”,  müdürün başı kalabalıktı, yüzüne bile bakmadan “gidebilirsin” dedi.
Odaya döndü, montuna uzandığı sırada odadan kendisine gülümseyen yüzleri fark etti. Her zaman sakindi oysa bu günkü telaşı orda bulunanların dikkatini çekmişti. Onlara karşılık küçük bir gülümsemeyle çantasını aldığı gibi oradan uzaklaştı. Bahçeye çıktığında sonbahar rüzgârı yaladı yüzünü. Derin bir nefes çekti içine ve merdivenlerden inerken ayakkabıları takıldı gözlerine. Tozluydu, içeride görmediğine hayıflandı. Bir an için durdu dönmek istedi, daha fazla dikkat çekmemek için yürümesine devam etti. Sonbaharı süpürüyordu bir adam sokakta. Üzüldü “Bir mevsim daha vedalaşıyor.” Yeni bir mevsime hazırlanıyordu hayat.
Yoldan geçen ilk taksiye el kaldırdı, doluydu. Oysa başka zaman olsa taksiler istemeden dururdu. Bir iki derken nihayet üçüncüsü durdu ve başkasının arabaya binmesine meydan vermemek için hemen atladı arabaya. Sonrada kendine güldü ancak Amerikan filmlerinde yaşanırdı böylesi bir sahne.”ah heyecanım biraz yatışsa” Derin bir nefes aldı ve nereye gideceğini söyledi. Araba yürümeye başlayınca çantasından el aynasını çıkardı. Üzerinde gri bir gömlek ve gri siyah çizgili bir etek vardı, bu nedenle de gözlerine gri makyaj yapmıştı. Soğuk ve gizemliydi bakışları. Ta derinlerde bir yerde geçmiş izlerin oturttuğu hüznü ve ağlayışları gördü. Bakışlarına gülümseyiş oturtmaya çalıştı. Burnu yüzüne ukalâlık katıyordu, havadan bakıyordu sanki insanlara, oysa yüreği bunu reddediyordu düzgün dudaklarını kalemle daha da belirginleştirmiş ve tenine uyan rujuyla kendini güzel buldu, sevindi. Oysa her zaman güzel bulmazdı.
Bahar olmak istedi, gözlerindeki hüzünden dudaklarındaki güzelliğe akmak. Yeşeren yapraklarla yeniden bahar olmak için, bahar olmak istedi.
Elleri üşümüştü, ovuşturdu ve dışarıya bakmaya başladı. Trafik her günkünden daha yoğundu “Yavaş mı gidiyoruz, acelem varda” “hayır efendim her zaman ki trafik ve ancak bu hızla gidebiliriz. Burası hep böyledir hanımefendi, yeni mi geldiniz ” tek bir şey sormuştu. Şoförün konuşmak istiyormuş canı. Gülümsedi “yok çok oldu.” Konuşmayı kesmek için dışarıyı seyre daldı.
Bu kenti seviyordu. Bu kentte olmayı, bu havayı solumayı seviyordu. Huzur duyuyor, nefes alıyordu, ruhu burada. Başka yerde değil, bu kentte yaşayabileceğini biliyordu. Yine bir sonbahar günü gelmişti, başkası olsa bu gri kenti soğuk bulabilirdi ama o huzurun bütün renklerini keşfedeceğini biliyordu ve kentte ona cömert davranmıştı. İlk aşkını bu kentte yaşamış, kendine güvenini burada yakalamış, büyümüştü, olgunlaşmış, çocuk yüreğini kirletmeden, iyiliği, güzelliği aşkıyla birlik öğrenmişti. Sonra bir kış günü aşkının arkasından başka bir kente gitmiş, uzun yıllar büyülü, sevdalı, nazarlı bakışların altında geçmişti günleri. Aşkına veda ettiği gün bu kenti özlemiş ve yeniden dönmüştü kendine cömert davranan bu kente, yeniden başlayabilmek için yaşamaya.

Arabanın durmasıyla kendine geldi. Yıllar öncesine gitmek yormuştu, yüreğini. Taksinin parasını ödedi. Heyecan dalgası sardı bedenini birkaç dakika sonra yanında olacaktı. Durdu, bir an için geri dönmek istedi. Büyüsüne kapılmaktan ayaklarının yerden kesilmesinden ve kontrolü kaybetmekten korktu. Kocaman binalar sonbaharın çıplaklığında yalnız kalmışlardı. Zaman durmuştu. Kısacık mesafede maraton yoluna dönüştü. Binadan içeri girdiğinde. Merdivenleri çıkabilecek dermanı bulamadı dizlerinde, asansöre yöneldi, ikinci katın düğmesine bastı, aynada kendine son kez baktı. Heyecanı belli olmuyordu, şükretti. Kapıya nihayet ulaşabilmişti. Kapıda genç ve güzel bir bayan karşıladı. Adını söyleyince “sizi bekliyor, buyrun efendim.”  Odaya girdiğinde gerçekten ayakta karşılanınca şaşırdı, kendini önemli hissetti. Oturduklarında heyecanından ne konuşacağını bilmiyordu. Ellerini koyacak yer bulamadı oda çok sıcaktı. Sonbaharın son güneşi dolduruyordu içeriyi.  Karşısındaki onu anlamış gibi konuşmaya başladı. Onu dinlemek, başka diyarlara taşıyordu müzik nağmesinde bilmediği dansların ritmiyle. Uzak diyarlara gitti yelkensiz gemilerle, Güneşi avuçlarında doğurdu, gözlerinde hiç batmadı. Uzandı onun kollarına rahat uykularda, görülmemiş rüyalara yol aldı. O da farkındaydı sanki kendisiyle taşıdı her yere. Bir an için her şeyi unutup “ bana yeniden öğretin her şeyi, sizinle çoğalayım “ demek istedi. Sustu bu haksızlık olurdu, kendisi öğrenmeliydi anlatılanların gölgesinde yaşamayı.
Vakit dardı, söylenecek ne çok şey vardı. Dondu sözcükleri dilinde ve geldiği gibi heyecanlı, özlemli ayrıldı son bir güneş alıp gözlerinden, başka zamanlarda doğan güneşi kucaklamak için.

KAÇ KİŞİYİM

ben kaç kişiyim ..... sen kaç kişisin deme tekim, birim tek olsan bir olsan sevmezdin beni ..... olduğum gibi sevmezdin öfkemde, sabrım da, ...