Elleri birbirine karışıyor, yüzü al al, heyecan bulutu oturmuştu gözlerine. İş arkadaşlarının heyecanını görmelerini istemiyor ama eline aldığı her şey ya düşüyor ya da döküyordu. Masa arkadaşı;
—Hayrola ne iş, aşık mısın?
Sesinde ince bir alaycılık yüzünde ise “yakaladım” dercesine hınzır bir gülümseme vardı.
Ona “yoo ne alaka sadece acelem var ve işi bitirmeye çalışıyorum.”
Arkadaşı “tamam öyle olsun ” diyerek işine döndü ama biliyordu, bir heyecan içindeydi, her zamanki gördüğü arkadaşı değildi, telaşlıydı.
Gözü bir an için saate takıldı, vakit iyice daralmıştı ve işlerde aksi gibi arka arkaya geliyordu. Bir sigara yakmak ve biraz durmak istedi ama vakti yoktu.
Sonunda işini bitirdi, çantasına uzandığı sırada müdüründen izin almadığını hatırladı. Hızla odadan çıktı ve müdürün odasına daldı, yüzündeki heyecanı görmesinden korkarak “biraz erken çıkabilir miyim”, müdürün başı kalabalıktı, yüzüne bile bakmadan “gidebilirsin” dedi.
Odaya döndü, montuna uzandığı sırada odadan kendisine gülümseyen yüzleri fark etti. Her zaman sakindi oysa bu günkü telaşı orda bulunanların dikkatini çekmişti. Onlara karşılık küçük bir gülümsemeyle çantasını aldığı gibi oradan uzaklaştı. Bahçeye çıktığında sonbahar rüzgârı yaladı yüzünü. Derin bir nefes çekti içine ve merdivenlerden inerken ayakkabıları takıldı gözlerine. Tozluydu, içeride görmediğine hayıflandı. Bir an için durdu dönmek istedi, daha fazla dikkat çekmemek için yürümesine devam etti. Sonbaharı süpürüyordu bir adam sokakta. Üzüldü “Bir mevsim daha vedalaşıyor.” Yeni bir mevsime hazırlanıyordu hayat.
Yoldan geçen ilk taksiye el kaldırdı, doluydu. Oysa başka zaman olsa taksiler istemeden dururdu. Bir iki derken nihayet üçüncüsü durdu ve başkasının arabaya binmesine meydan vermemek için hemen atladı arabaya. Sonrada kendine güldü ancak Amerikan filmlerinde yaşanırdı böylesi bir sahne.”ah heyecanım biraz yatışsa” Derin bir nefes aldı ve nereye gideceğini söyledi. Araba yürümeye başlayınca çantasından el aynasını çıkardı. Üzerinde gri bir gömlek ve gri siyah çizgili bir etek vardı, bu nedenle de gözlerine gri makyaj yapmıştı. Soğuk ve gizemliydi bakışları. Ta derinlerde bir yerde geçmiş izlerin oturttuğu hüznü ve ağlayışları gördü. Bakışlarına gülümseyiş oturtmaya çalıştı. Burnu yüzüne ukalâlık katıyordu, havadan bakıyordu sanki insanlara, oysa yüreği bunu reddediyordu düzgün dudaklarını kalemle daha da belirginleştirmiş ve tenine uyan rujuyla kendini güzel buldu, sevindi. Oysa her zaman güzel bulmazdı.
Bahar olmak istedi, gözlerindeki hüzünden dudaklarındaki güzelliğe akmak. Yeşeren yapraklarla yeniden bahar olmak için, bahar olmak istedi.
Elleri üşümüştü, ovuşturdu ve dışarıya bakmaya başladı. Trafik her günkünden daha yoğundu “Yavaş mı gidiyoruz, acelem varda” “hayır efendim her zaman ki trafik ve ancak bu hızla gidebiliriz. Burası hep böyledir hanımefendi, yeni mi geldiniz ” tek bir şey sormuştu. Şoförün konuşmak istiyormuş canı. Gülümsedi “yok çok oldu.” Konuşmayı kesmek için dışarıyı seyre daldı.
Bu kenti seviyordu. Bu kentte olmayı, bu havayı solumayı seviyordu. Huzur duyuyor, nefes alıyordu, ruhu burada. Başka yerde değil, bu kentte yaşayabileceğini biliyordu. Yine bir sonbahar günü gelmişti, başkası olsa bu gri kenti soğuk bulabilirdi ama o huzurun bütün renklerini keşfedeceğini biliyordu ve kentte ona cömert davranmıştı. İlk aşkını bu kentte yaşamış, kendine güvenini burada yakalamış, büyümüştü, olgunlaşmış, çocuk yüreğini kirletmeden, iyiliği, güzelliği aşkıyla birlik öğrenmişti. Sonra bir kış günü aşkının arkasından başka bir kente gitmiş, uzun yıllar büyülü, sevdalı, nazarlı bakışların altında geçmişti günleri. Aşkına veda ettiği gün bu kenti özlemiş ve yeniden dönmüştü kendine cömert davranan bu kente, yeniden başlayabilmek için yaşamaya.
Arabanın durmasıyla kendine geldi. Yıllar öncesine gitmek yormuştu, yüreğini. Taksinin parasını ödedi. Heyecan dalgası sardı bedenini birkaç dakika sonra yanında olacaktı. Durdu, bir an için geri dönmek istedi. Büyüsüne kapılmaktan ayaklarının yerden kesilmesinden ve kontrolü kaybetmekten korktu. Kocaman binalar sonbaharın çıplaklığında yalnız kalmışlardı. Zaman durmuştu. Kısacık mesafede maraton yoluna dönüştü. Binadan içeri girdiğinde. Merdivenleri çıkabilecek dermanı bulamadı dizlerinde, asansöre yöneldi, ikinci katın düğmesine bastı, aynada kendine son kez baktı. Heyecanı belli olmuyordu, şükretti. Kapıya nihayet ulaşabilmişti. Kapıda genç ve güzel bir bayan karşıladı. Adını söyleyince “sizi bekliyor, buyrun efendim.” Odaya girdiğinde gerçekten ayakta karşılanınca şaşırdı, kendini önemli hissetti. Oturduklarında heyecanından ne konuşacağını bilmiyordu. Ellerini koyacak yer bulamadı oda çok sıcaktı. Sonbaharın son güneşi dolduruyordu içeriyi. Karşısındaki onu anlamış gibi konuşmaya başladı. Onu dinlemek, başka diyarlara taşıyordu müzik nağmesinde bilmediği dansların ritmiyle. Uzak diyarlara gitti yelkensiz gemilerle, Güneşi avuçlarında doğurdu, gözlerinde hiç batmadı. Uzandı onun kollarına rahat uykularda, görülmemiş rüyalara yol aldı. O da farkındaydı sanki kendisiyle taşıdı her yere. Bir an için her şeyi unutup “ bana yeniden öğretin her şeyi, sizinle çoğalayım “ demek istedi. Sustu bu haksızlık olurdu, kendisi öğrenmeliydi anlatılanların gölgesinde yaşamayı.
Vakit dardı, söylenecek ne çok şey vardı. Dondu sözcükleri dilinde ve geldiği gibi heyecanlı, özlemli ayrıldı son bir güneş alıp gözlerinden, başka zamanlarda doğan güneşi kucaklamak için.